Kıymet dostları; Bugün gerçekten ibret alınacak bir konuya değinmek istiyorum
Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuştur: Bizi aldatan, bizden değildir.(M283 Müslim, Îmân, 164)
Müslüman dürüst olmalı, başkalarına faydaları dokunmamalıdır ne aldatan ne de aldanan olmamalıdır.
Eğer bir kişi ben Müslümanım diyorsa, Müslüman gibi yaşamalı ve hayatının her akanında işinde aşında ibadetlerin de dostluk ve samimiyetlerinde komşuluk ilişkilerinde inancını mutlaka ortaya koymalıdır.
İnsanlar arasında her türlü konularda veya alışverişlerde aldatma çeşitli şekillerde ortaya çıkmaktadır.
Vakti zamanında bir Müslüman kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya’ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:
– Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?” diye hayret etti,
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?
Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman’ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral,
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm’ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: “Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.
Allah Resulü (s.a.s) çok akciğer uzunca bir süre kendisi de ticaretle uğraştığından alım satımın bütün inceliklerini bilen Kutlu Nebî (sas), toplumda kardeşlik bağlarını zayıflatan ve güven duygusunu sarsan aldatma ihtimalini ortadan kaldıracak önlemler almıştır. Bu yüzden alışveriş sırasında satıcı ve alıcının, satılan mal ve ona verilecek bedelle ilgili tüm detayları açıklamalarını şart koşmuş, hatta bunu alışverişin bereketi olarak görmüştür. insanların, başta gıda, giyim ve barınma gibi temel ihtiyaçları olmak üzere, hayatlarını sürdürebilmek için gerek duyduğu her şeyi alıp satarken dürüst ve samimi olmalarını temin edecek bir İslam'ın emirlerini yaşamanın ne kadar değerli ve kıymetli olduğunu bizler yaşanılan hadiseden anlamış oluyoruz. Allah Resûlü (sas), bir mümine zarar verenin, onu aldatanın Allah’ın (cc) rahmetinden uzak kalacağını melekler tarafından lanetleneceğini bildirmiştir.
Bir kimsenin, başkalarını aldatsa bile, insanların yaptığı her şeyden haberdar olan Yüce Rabbimizi (cc) aldatması mümkün değildir. Bu yüzden Yüce Allah’ın (cc) kullarını ve dolayısıyla o kulların Rabbi olan Allah’ı (cc) kandırdığını düşünen, gerçekte sadece kendini kandırmaktadır: "Onlar Allah’ı (cc) ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.
Peygamberimiz (s.a.s) "doğruluk ve sadakat timsali" olarak bilinen El-emin olması sayesinde her kesimin güvenini kazanmış ve İslam’ı her tarafa yayılmasına vesile olmuştur. Müminler de mal, mülk, evlât, eş dost edinirler, fakat onların dayanıp güvendikleri bu fâni varlıklar değil, her şeyi yaratan ve mülkün gerçek sahibi olan Allah’ın emrine göre hayat nizamını yaşamalıdır.
Haksızlık, adaletsizlik, insanları aldatanlara gelince; Onların yanına kar kalmayacak,
ilahi adaletin er ve geç tecelli edeceğini unutmamamız gerekir. Belki yarına kalır ama, kimsenin yanına kâr kalmaz.
Saygı ve muhabbetlerimi sunuyorum.
Yorum Yazın